Franz Kafka: “Neden uçup gitmediniz bu şehirden?” diye sordum.

Birliklerimiz, nihayet şehre güneyden girmeyi başardılar. Benim emrimdeki birlik şehrin dışındaki yarı kavrulmuş kiraz ağaçlarının gölgesinde konaklamış, gelecek emirleri bekliyordu. Ne ki, güneyden gelen borazan seslerini işitince bizi tutacak kimse kalmadı. Elimize gelen silahı kaptığımız gibi, her birimizin kolu bir başka arkadaşının omzunda, karışık düzen savaş çığlıkları atarak ilerledik. “Kahire! Kahire!” diye haykırıyorduk uzun sıralar oluşturarak bataklıklar arasından şehre ilerlerken. Güney kapısına vardığımızda cesetler ve sarımsı bir toz dalgası karşıladı bizi. Duman topraktan tüter gibiydi, her yanı kaplamıştı. Duraksamadık, geride kalmak istemiyorduk, savaştan nasibini almamış sapa sokaklara daldık hemen. Sokaktaki ilk evin kapısını baltalarla parçaladık, eve öyle çılgınca daldık ki kendi çevremizde dönenip durduğumuzu bile fark etmedik. Koridordan bize doğru yaşlı bir adam yaklaştı. Çok garip bir adamdı: Kanatları vardı. Açılmış geniş kanatlarının boyu adamın boyundan uzundu. “Kanatları var!” diye haykırdım dehşet içinde, durumu anlamadan arkadan itenlerin izin verdiği kadar geriledik. “Ne o, şaşırdın mı?” dedi yaşlı adam. “Burada hepimiz kanatlıyız ama ne fayda, elimizden gelse koparıp atardık bu kanatları.” “Öyleyse neden uçup gitmediniz bu şehirden?” diye sordum. “Uçup gitmek, evimizi, şehrimizi, Tanrılarımızı, ölülerimizi terk etmek, öyle mi?”

Franz Kafka

BU SİTE İLE KURULMUŞTUR